İstanbul Tarihi-10 Tarihi Eser İle İstanbul’un Kısa Tarihi

Önce Byzantion, sonra Konstantinopolis ve son olarak İstanbul. Yüzyıllar içinde bu şehrin sahipleri, sakinleri ve ismi değişmiş ama halen insanları kendine hayran bırakmaya devam ediyor. Kuruluşundan günümüze 10 tarihi eser ile birlikte İstanbul tarihini kısaca öğrenelim.

Byzantion ve Roma Dönemi (İstanbul Tarihi)

İstanbul’un ilk yerleşim yeri bugünkü Sarayburnu. M.Ö. 660 yılında şehir ilk defa kurulduğunda ismi Byzantion, yani “Byzas’ın yeri” demekmiş. Kral Byzas, Yunanistan’dan gelen göçmenlerin kralı ve şehrin ilk kurucusu olarak kabul ediliyor. Eski Yunanistan’ın Megara kentinden gelenler Sarayburnu’nda küçük bir yerleşim yeri kurmuş. Şehir ilk kurulduğunda Topkapı Sarayı’nın kapladığı alandan daha büyük değilmiş.

Byzantion’un büyümesi ise Romalılarla birlikte gerçekleşmiş. Şehir kuruluşundan 700 yıl sonra, M.S. 73 yılında Roma’nın Bithyria Pontus eyaletine bağlanmış. 324 yılına gelindiğinde Roma İmparatoru Konstantin İmparatorluğun başkentini Byzantion’a taşıma kararı almış. Şehrin başkent ilan edildiği 330 yılına kadar geçen 6 yıllık sürede tam bir yapım seferberliği ilan edilmiş.

Konstantin, İmparatorluğun en güzel anıtlarını, en görkemli hazinelerini, ülkenin bütün zenginliğini bu şehirde toplamış. Şehri Roma’da olduğu gibi yedi tepenin üzerine kurmuş ve ismini Latincede “Yeni Roma” anlamına gelen Nova Roma olarak koymuş. Konstantin’in M.S. 337’de ölümünün ardından onun şerefine kentin adı, “Konstantin’in kenti” anlamına gelen Konstantinopolis olarak değiştirilmiş. İslam aleminde bu isim Arapça şekli olan Konstantiniyye olarak kullanılmış.

İstanbul’u dünyanın en önemli şehri haline getiren ilk kişi Roma İmparatoru Konstantin’dir. Yaklaşık bin küsur yıl sonra aynı misyonu Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli padişahlarından Fatih üstlenmiş.

Konstantin’in Roma’dan getirttiği ve günümüzde halen ayakta olan eserlerden biri Çemberlitaş Sütunu’dur. Yapıldığı dönemde büyük Konstantinos Forumu’nun tam ortasına dikilen bu anıtsal sütun, günümüzde forumdan geriye kalan tek eser. Yapının Çemberlitaş isminin nereden geldiği, altına saklandığı söylenen Hz. İsa’ya ait eşyalar ve yapı hakkında daha fazla bilgi ve görsele Çemberlitaş Sütunu yazımdan ulaşabilirsiniz.

Roma döneminde Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Hipodrom’u Konstantin’den yıllar önce yaşayan Septemis Severis yaptırmış. Konstantin, Byzantion’u başkent yaptırmaya karar verince Hipodrom’u da genişletmiş. Hipodrom’un ortasına Dikilitaş, Yılanlı Sütun ve Örme Sütun dikilmiş. Bu yapıların etrafında at arabaları yedi tur dönerek yarışlar gerçekleştirirmiş. Günümüzde Hipodrom’dan geriye sadece bu yapılar kalmış.

3 başlı yılan figürü oluşturan Yılanlı Sütun, Çemberlitaş gibi Byzantion başkent olduktan sonra Yunanistan’dan getirilmiş. Örme Sütun’un ise ne zaman ve kim tarafından dikildiği bilinmiyor. Yılanlı Sütun’un baş kısmı günümüze ulaşamamış, geriye sadece gövde kısmı kalmış. Örme Sütun’un dış kısmı altın yaldızlı bronz levhalar ile süslenmiş. 1204 yılında Haçlı Seferleri sırasında şehir yağmalanırken bu levhalarda altın zannedilerek sökülmüş. Bu yapıların tarihi ile ilgili daha fazla bilgi için Yılanlı Sütun ve Örme Sütun yazıma bakabilirsiniz.

Dikilitaş ise Mısır’dan Konstantin döneminde getirilmek istenilse de başarılı olunamamış, Dikilitaş’ın İstanbul’a getirilmesi ve hipodroma dikilmesi 390 yılında İmparator I. Theodosius tarafından gerçekleştirilmiş. 19. yüzyılda kolonyolist devletlerin başkentlerine Mısır’dan dikilitaş taşıma adetinin kökü de Roma dönemine dayanmaktadır. Bu anıtın benzerleri 19. yüzyılda Paris, Londra gibi şehirlere de dikilmiş. Bu yapının dikim hikayesi, üzerinde neler yazdığı konusunda daha fazla bilgi ve görsele Dikilitaş yazımdan ulaşabilirsiniz.

395 yılına gelindiğinde Büyük Teodosius’un ölümünden sonra Roma İmparatorluğu, Doğu ve Batı olarak ikiye bölünmüş. II. Teodosius Haliç’ten Marmara’ya çift sıra halinde uzanan ve günümüzde halen ayakta olan kara surlarını yaptırmış. Bu surlar hiç şüphesiz Ortaçağın en kudretli savunma sistemiymiş.

532 yılında Doğu Roma halkı, İmparator Jüstinyen ve eşi Teodora’ya karşı Nika(Zafer) isyanını çıkarmış. İsyancıların yaktıkları yapılar arasında bugünkü Ayasofya‘nın yerinde bulanan bir kilise de bulunuyormuş. İsyanın kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra imparator yakılan kilisenin yerine dünyanın en büyük mabedini yaptırmak istemesiyle ortaya bugünkü Ayasofya çıkmış.

Ayasofya ile insanlık ilk defa kubbeyi sütunlar ve kemerler üzerine inşa etmeyi becermiş ve yaklaşık bin yıl süresince kendisine denk bir yapı yapılamamış. Ayasofya’nın kubbesinin altında bulunan dört melek figürünün ve kubbesinin ne anlama geldiğini, minarelerinin farklı olmasının sebebini ve yapı hakkında daha birçok bilgi ve görseli Ayasofya yazımda bulabilirsiniz.

Ayasofya’yı yaptıran Jüstinyen Doğu Roma’nın en kudretli imparatoruymuş. Jüstinyen’den sonra Doğu Roma eski gücünü yitirmeye başlamış. 1204 yılına gelindiğinde şehir, 4. Haçlı Ordusu tarafından işgal edilerek yağmalanmış. Anıtlar altın, gümüş ve değerli taşlar bulmak için yıkılmış, parçalanmış. Örme Sütun’un sarı pirinç kaplamaları altın sanılarak sökülmüş. Haçlı Ordusu 1261 yılında Konstantinopolis’ten ayrıldığında şehir tam bir harabeye dönmüş.

14. yüzyılda Doğu Roma’nın iyice zayıfladığı dönemde İtalyan asıllı Cenevizliler ticaret amaçlı Galata‘ya yerleşerek bir koloni kurmuş. Cenevizliler kolonilerin etrafını surlarla çevirerek en yüksek noktaya bugünkü Galata Kulesi‘nin esasını teşkil eden burcu yapmışlar. Kule önemini Osmanlı döneminde de devam ettirmiş. Günümüzdeki kulenin alt kısmı Ceneviz, üst kısmı ise Osmanlı yapımıdır. Kulenin hikayesine, içinde bulunan eserlere ve daha fazla görsele Galata Kulesi yazımdan ulaşabilirsiniz.

Osmanlı Dönemi

1453 yılında Konstantinopolis fethedildikten sonra, Fatih bu kenti gerçekten yeniden kurmuş. Çünkü Osmanlılar Konstantinopolis’e girdiklerinde kent korkunç bir durumdaymış. Fatih, tıpkı Konstantin gibi bu yıkılmış, talan edilmiş kentten bir başkent yaratmak için adeta bir seferberlik ilan etmiş. Her kent en az yüz zanaatçıyı ve zengin aileyi Konstanniyye’ye yollamakla görevlendirilmiş. Büyük bir imar hareketi başlatılarak, Doğu Roma’nın yaşlı ve yorgun kentinden yepyeni bir Osmanlı başkenti oluşturulmuş.

Fatih ilk olarak sarayını bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yere inşa ettirmiş. Ancak yıllar sonra da olsa şehrin merkezi tepesi olan Topkapı Sarayı’nın bulunduğu tepeye yeni bir saray yaptırmış. Sarayın adı Osmanlı döneminde kapısında toplar olduğu için halkın verdiği bir isim olarak kalmış.

Topkapı Sarayı‘nın yapımı yıllarca sürmüş. Topkapı Sarayı’na her gelen hükümdar ihtiyaçlarına göre yapılar eklemiş ve imparatorluk büyüdükçe saray daha da büyümüş. Saraya en son yapıyı yaptıran sultan, ilk olarak buradan yeni yaptırılan Dolmabahçe Sarayı’na taşınan I. Abdülmecit’tir.

Sarayın üç farklı giriş kapısının ne anlama geldiğini, Yeniçerilerin merasimlerini, dünya tarihinin en orjinal imparatorluk okulu olan Enderun’u ve yapı hakkında daha birçok bilgi ve görseli Topkapı Sarayı yazımda bulabilirsiniz.

İstanbul en parlak dönemine Kanuni zamanında ulaşmış. Onun ve sonraki iki padişah döneminde İstanbul’a camiler, medreseler, su yolları, köprüler gibi yüzlerce eser kazandırıp şehre imzasını atan kişi ise Mimar Sinan. Sinan tam bir deha. Hiçbir eseri ötekine benzemez. Kendini tekrar etmez. Gelmiş geçmiş hiçbir kral, hiçbir imparator, hiçbir padişah Mimar Sinan kadar bu şehre eser kazandırmamış.

Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en görkemli eseri kuşkusuz Süleymaniye. Yapının inşasının uzaması üzerine Kanuni, Sinan’ı üstü kapalı bir şekilde boğdurmakla tehdit etse de, 1557 yılında Süleymaniye açılırken Kanuni anahtarı Sinan’a uzatmış ve “Bina eylediğin Allah’ın evini, gönül temizliği ve dua ile yine senin açman gerekir” demiş. Bu yapının hikayesi ve daha fazla görseli için Süleymaniye Camii yazıma bakabilirsiniz.

1617 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun genç 14. Padişahı Sultan Ahmet‘in kendi adını taşıyan camiyi yaptırmasıyla At Meydanı, artık Sultanahmet Meydanı olarak anılmaya başlamış. Caminin yapımıyla birçok ilk hayata geçirilmiş. İlk defa bir sultan sefere çıkmadan bir cami yaptırmış. Osmanlıda ilk 6 minareli cami yapılmış ve yine ilk defa bu yapıyla camiye ek olarak bir hünkar kasrı yapılmış.

Sultan Ahmet Cami’ni ihtişamı ve heybetinin yanında ünlü kılan diğer bir önemli özelliği çinileridir. Yapıya turistlerin neden “Blue Mosque” dediğini, çinilerinin özelliklerini, mimarı ve yapı hakkında daha birçok bilgi ve görseli Sultan Ahmet Camii yazımda bulabilirsiniz.

19. yüzyılda Topkapı Sarayı’nın mevcut devlet protokolüne hizmet verebilmesi mümkün olmamış. 1815 Viyana Kongresi’nden sonra diplomatik kurallar yeniden tespit edilmiş ve bu ortamda Topkapı Sarayı’nın işlerliği hükmünü yitirmiş. O yüzden II. Mahmut bu sarayın dışında yaşamış, oğlu Abdülmecid saltanatının son dönemlerinde Dolmabahçe Sarayı’na geçmiş. Kardeşi Abdülaziz zamanında Çırağan ve Beylerbeyi gibi saraylarda bu protokole dahil edilmiş ve nihayet II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’nı yaptırmış. Boğaziçi’nin en görkemli yapısıyla ilgili daha fazla bilgi ve görseli Dolmabahçe Sarayı yazımdan ulaşabilirsiniz.

19. yüzyılda saraylara yapılan masrafların bir zarureti karşıladığı açıktır. Osmanlı Devleti’nin protokol bakımından büyük devletler arasında olmasına rağmen bu sarayların, zarafetleri dışında çağdaş devletler ile karşılaştırılacak bir tarafı yoktur.

Abdülmecid döneminde bir iki ürkek hareket ve teşebbüsle başlayan Beyoğlu hayatı, yavaş yavaş tiyatrodan otele, Avrupalı restorana, birahanelere doğru genişlemiş. Avrupa’da tahsillerini yapmış ve alafrangaya alışmış nesiller yetiştikçe bu hayat benimsenmiş. Tiyatro ile parlayan semt Abdülaziz devrinde büyük otellerin, mağazaların, zenginler için kibar Avrupa terzilerinin, bir yığın eğlencenin, alafranga konserlerin göz alıcı köşesi olmuş.

1918 yılına gelindiğinde İstanbul ikinci defa uluslararası bir işgale uğradı. 1204’de zırhlı şövalyeler, 1918’de ise zırhlı gemiler İstanbul halkını zor bir dönemin içini çekti. 1853’te Rusya ile yapılan savaşta İstanbul halkı ile birlikte müttefik olarak savaşan İngiliz, Fransız ve İtalyanların torunları 1918’de işgal kuvveti olarak döndüler.

1923 yılında Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından bir ay sonra işgal kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladı. 6 Ekim 1923 tarihinde Türk Ordusu İstanbul’a girerek yaklaşık 5 yıllık işgali resmen sonlandırdı. Her yılın 6 Ekim’i böylece İstanbul’un kurtuluş günü olarak belirlenerek kutlanmaya başlandı.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_tarihi

Yorum